TÜRK RÜYASI NEDİR?



Daha iyi bir hayat için sıkı çalışmanın şart olduğunu, devletin bireylerin özgün alanlarına karışmadan onları zenginlik için teşvik etmesi gerektiğini düşünen bir kavram olarak Amerikan Rüyasını açıklayabiliriz. Hızlıca zenginleşmenin getirdiği refahı, sadece sınıf atlama olarak değil yani sadece ekonomik açıdan değil, sosyal ve kültürel kısımların da olduğunu unutmamalıyız. Rüyayı düşünmek zordur, bir kere yaşamaya hissetmeye başlarsanız hiç bitmesin istersiniz. Eğer rüya biterse, rüyadan önceki siz rüyadan sonraki sizden farklı olursunuz. Bir kere rüya yaşamaya başladıysanız, o rüyaya teslim olduysanız, bazı şeyleri geride bırakarak hayatınıza devam edersiniz. Dünyada insanların imrendiği hayatı yaratan Amerika, içerisinde yaşayan insanlara karşılıklı olarak win-win (kazan-kazan) bir anlaşmayla bu dünyaya insanları çekiyor. Belki o dünya gerçekten güzel değil, belki bir aldatmaca ancak bunların hiçbiri önemli olmuyor. Çünkü insanların aklına, dünyanın zeminine bir kez işlemiş olan bir tabir var, o da: Amerikan Rüyası. Peki ya bizim bir rüyamız var mı? Hiç var oldu mu, görebildik mi yoksa gördüğümüzü mü sandık? 

 

Rüyaları ikiye ayırabiliriz: rü’yâ-yı kâzibe (gerçekleşmeyen yalancı rüya) ve rü’yâ-yı sâdık (gerçekleşen rüya) olarak. (KUZUBAŞ, 2007) Amerikan Rüyası hem Amerika’da yaşayanlara hem de dışarıdakilere gerçekleşen rüya olarak anlatıldı. Türkiye’de ise bu bazen yalancı rüyanın kendisi oldu bazen ise gerçekleşmenin eşiğine kadar geldi ve ondan sonrası gelmedi. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar devlet ile bireyler arasında adı konmamış bir çatışma süregelmiştir. Kime ne deneceği, kimin ne olduğu daha bilinemezken toplumda bir bütünlük sağlanamamışken bu topraklarda ne sınıf bilinci gelişti ne de bir rüya yaratılabildi. Cumhuriyet döneminde ise, kurucu kadronun iyi eğitimli, çok dilli ve batılı fikirlere açık kişiler olduklarını düşünürsek bu eksiği kavradıklarını ve bunun üzerine gittiklerini görebiliriz. Amerika’daki gibi liberal, her sınıfı ve ırkı kapsayan çoğulcu fikirler yerine daha çok bütüncül, kırmızı çizgilere sahip ulusal bir kimlik arayışına gidildi. Elbette karşılaştırdığımız iki ülkenin kuruluşlarına, coğrafi olarak ve tarihsel süreçte analiz edersek karşılaştırmanın yanlış olacağını anlayabiliriz. Zaten hangisinin iyi hangisinin kötü olduğunu hesaplayan bir mekanizma da yok. Ancak Türkiye, batıdan farklı olarak on yıllardır devletçi düşüncenin kapılarını kırıp dışarı çıkamamıştır. Tanzimat’tan, Cumhuriyet’e ve oradan bugünlere belki de Millet İttifakının reform arayışlarına kadar uzanıyor bu. Bekir Ağırdır’a göre, Tarık Çelenk’e atıf yaparak, günümüz muhalefetinin düştüğü tuzak tıpkı geçmişte reform ve modernleşme hareketini yapan kişilerin sahip olduğu bu devletçi bakış. “Altılı masa devletin merkezileşmesine, otoriterleşmesine, keyfileşmesine, kurum ve kuralların kalmadığı bir yönetim biçimine itiraz ederek devletin yeniden yapılandırılmasını, güçler ayrılığının tesisini, kurum ve kurallardaki bozulmanın düzeltilmesini savunuyor olsa da hayatın öznesi olarak hala yurttaşı değil devleti esas alıyor.” (Ağırdır, 2023) Devleti restore etmek isteyen bunun için cevaplar arayan kişiler, gruplar hatta kurumlar böyle düşünerek toplumun ikilimde kalmasına olanak tanıyor. Kişiler kendilerini halkın bir parçası olarak mı yoksa vatandaş olarak mı görüyor, bilmiyor. Kimi zaman “devlet baba” diyor, bağrına basıyor kimi zaman ise devletin bazı konularda ona yardım etmesini bazı şeylere göz yummasını talep ediyor. Bu ikircikli ilişki devlet ve birey arasında sahici bir ilişkinin kurulamamasına neden oluyor. Daha devlet ve bireyler arasında köprüler kurulamazken insanları rüyaya nasıl çekebiliriz ki? Olabildiğince işte. Bir zamanlar Türkiye’sinde, AKP’ye kadar, Türk Rüyası Amerikan Rüyası kadar olmasa da kendi sorunlarını barındırsa da vardı. Fatih Bora Ekim’e göre, çok konuşulmamış ve bu zamana dek adı konmamış bir Türk Rüyası vardır. Devletçi bir ülkenin doğal olarak devletin baskın olduğu bir rüyadır bu. Ona göre bu rüyanın tanımı şu şekildedir: “Hangi sınıftan, hangi kökenden gelirse gelsin, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Müslümanlığı ve Türklüğü kabul etmek koşuluyla, Türk eğitim sistemini, yüksek okul seviyesine kadar tamamlar, iyi bir eğitim alırsa toplumda saygın bir konuma kabul edilir ve iyi-kötü orta sınıf bir hayatı idame edebileceği bir maaşa kavuşur. Bu Türk Rüyası, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Tanzimat sonrası Osmanlı’dan dönüştürerek devraldığı, söylenmemiş etosu, yazılı olmayan ortak değeridir.” (Ekim, 2020) Bir Kürt, Romen, Çerkez ya da Laz bu koşulları sağlarsa devlet ona imkanlarına olabildiğince açar ve bu kişiler de vatandaşın kendisi olur. Devlet içerisinde yükselir, önemli görevlere gelebilir buna da kimse ses çıkarmaz. Belki Amerika’daki gibi olmasa da belirli bir refah seviyesine ulaşır, çocuklarına iyi bir eğitim imkânı sağlar ve rahatça geçimini sürdürebiliyordu. 





Bu sistemi çeşitli siyasi argümanlarla bozmak isteyen liderler hep olmuştur Türkiye’de. Çoğunlukla sağ cenahtan bazen ise soldan ama hiç kimse Tayyip Erdoğan kadar Türk Rüyasını bu denli zarara uğratamamıştır. Belki de Türk Rüyasından gelmediği için belki ona inanmadığı için belki de sadece işine gelmediği için. Kasımpaşa’da alt sınıf mahallede büyüyen imam-hatip mezunu bu kişi, rüyayı yaşamasa bile Cumhuriyet değerlerine saygı duymasını, ona hürmet etmesini beklersiniz. Ancak o tüm eğitim sistemini değiştirip, üniversiteleri birer saygın kurum olmaktan çıkarıp siyasetin bir unsuru haline getirmesiyle, şehirleri değiştirerek, bürokratik sisteme darbe vurarak ve devleti partileştirerek sadece Türk Rüyasını bitirmedi, cumhuriyete ve onun değerlerine saldırarak onu yok etmeye çalıştı. Halk ve Erdoğan ortaklığı  (Ekim, 2020) sonucunda kentli seküler vatandaşlar aşağılandı “beyaz Türk” denilerek kalıplara sıkıştırıldı, vatandaş tanımı değişti. Rüya inşası kabusla sonuçlandı. Türkiye, Atatürk dönemiyle başlayan süreçte farklı aktörlerin değişik çabalarıyla şekil kazanarak AKP öncesindeki haline gelmişti. Okuyan, çabalayan, uğraşan birileri devlete yönetiliyorsa orada hakkıyla yükseliyordu. Özel sektörü tercih ediyorsa, orada zorlu yollardan geçip istediklerine ulaşabiliyordu. Oysaki günümüzde, akrabalar yoluyla devlete “kapak atmak” epeyce kolay. AKP’li tanıdık vasıtasıyla kadrolar dolduruluyor, hakkıyla çalışanlar açıkta bırakılarak, mutsuzluğa terk ediliyor. Özel sektörde ise iktidar sermayesinde aynı durum var. Diğer yerlerde ise yine AKP’nin tetiklediği, ölümcül iş yükleri, mobing ve zorlu çalışma saatleri var. Her halükârda düzgün, mutluluk ve refah isteyen Türkiye’de yaşayan vatandaşlar birileri tarafından haksızlığa uğratılıyorlardı. İyileştirilmesi, eksiklerinin tamamlanması ve modern döneme uygun reformlar yapılması gereken rüyamız bugün eskisini aratır vaziyette. 

 

Her insan bir gecede sayısız rüya görür, bunları bazıları kabusa elbette dönüşebilir. Bir gece sadece kabusların olduğu, korkuların, mutsuzlukların olduğu gece olabilir. Her şekilde o gece biter ve gündüz geri gelir. Bir şekilde göz açılır, gece unutulmaya çalışılır. O gün boyunca doğru, mutluluk verici ve umut verici şeyler yapılırsa gece güzel bir rüyaya dalabilir kişi. Bizim de Türkiye olarak yapmamız gereken iş bu. 14 Mayıs 2023’e kadar göreceğimiz bu sonsuz kabuslar içeren girdaptan uyanıp, yıllar sürecek rehabilitasyon sonrası nihayet tüm vatandaşlarımızın yaşayabileceği Türk Rüyasına adım atacağız.

 


Kaynakça

Ağırdır, B. (2023, 01 27). Devlet mi yurttaş mı? Gazete Oksijen: https://gazeteoksijen.com/yazarlar/bekir-agirdir/devlet-mi-yurttas-mi-169181 adresinden alındı

Ekim, F. B. (2020, 11 16). Turkish Dream (Türk Rüyası). daktilo1984: https://daktilo1984.com/forum/turkish-dream-turk-ruyasi/ adresinden alındı

KUZUBAŞ, M. (2007). İLKELLERE AİT ANLATILARDA RÜYA MOTİFİ. Electronic Turkish Studies, 1.


Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.