KURUMSAL OLAN MI TOPLUMSAL OLAN MI GİRDABI BİTİRİR?

Photo by Pascal van de Vendel on Unsplash


Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Türkiye’deki muhalif aktörler ve kurumlar tamamen çökmüş vaziyette. Bu yüzden toplumsal muhalefetin önümüzdeki süreçte daha aktif rol alması gerekecek. Düşünülmesi gereken şey ise tıpkı kurumsal olanı işgal eden kişileri konuşarak bir yere ulaşamıyorsak, toplumsal olanın aktörlerini konuşarak da bir yere varamayız. Erdoğan’ın yakın gelecekteki iki büyük adımını (yerel seçimler ve yeni anayasa) engelleyebilecek tek unsur toplumsal muhalefetin ‘eylem’lerini öne çıkarmak olacaktır.


Gezi Parkı protestoları Türkiye’nin yönünün nereye doğru evrileceğine dair en önemli kırılma noktalarından biridir. Gezi Parkını Yayalaştırma Projesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi tarafından Eylül 2011 tarihinde kabul edilmiş, kabul edildiği tarihten iş makinelerinin Gazi Parkı’na girdiği tarihe -27 Mayıs’a- dek tartışılmıştır. İş makinelerinin parkın duvarlarını yıkmasını ve ağaçların kesilmesini önlemek isteyen bir grup sabaha dek nöbet tutmuş, ertesi gün ise Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Gürsel Tekin protestoculara destek için Gezi’ye gelmiştir. Her geçen gün protestocuların sayısı artmış ve protestolar tüm ülkeye yayılmıştır. Gezi aslında bir dönemi kapatıp, diğerini açmıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) nihayetinde Türkiye’yi demokratikleştirme gibi bir gayesi olmadığı anlaşılmıştır. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan giderek gücünü merkezileştirerek, otoriterleşti. Gezi’den yaklaşık dokuz yıl sonra ise bu otoriter uygulamalara örnek teşkil eden dava vukû buldu. 25 Nisan 2022 tarihinde Gezi Davası sonuçlandı; Osman Kavala müebbet hapis ve diğer yedi sanık 18’er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Peki ya dokuz yılda ne oldu da bu noktaya gelindi? Muhalifler Gezi’nin romantikliğini sürerken, iktidar gücünü bu dönemde nasıl korudu ve dozunu arttırdı?


Sanatçı Güneş Duru, T24’te Gazeteci Aslı Atasoy ile yaptığı söyleşide şu sözleri söylüyor: “Gezi bize neyi kaybettirdi? Biz bunu bir kapanış partisi gibi yaptık. Yani ondan sonra bir araya geri gelemedik. Ben yıkıcı olmaktan, işte oraları buraları yıkmaktan, bahsetmiyorum. Normal olarak biz bu ekonomik zamlarda olabilir, herhangi bir nedenden dolayı tepkilerimizi ifade edebiliriz.”[1] Gezi olayları öncesinde, Erdoğan’ın otoriterleşme süreci zaten başlamış durumdaydı. Farklı toplum kesimleri, çeşitli konularda toplumsal muhalefeti ifade etmek amacıyla sokaklara çıkarak iktidarı protesto etmeye başladı. Cumhuriyet Mitingleri, İnternetime Dokunma ve Onur Yürüyüşleri gibi örnekleri verebiliriz.


Toplumsal muhalefetin, öğrencilerden gazetecilere, sanatçılardan akademisyenlere, işçilerden entelektüellere kadar geniş bir yelpazede kesimleri kapsaması gerekmektedir. Bunu başarabilirse asıl hedefine ulaşabilir. Lakin Türkiye’de toplumsal muhalefeti oluşturan kesimler, AKP’ye 2002’den beri belli misyonlar yüklemeye başladı. AKP’nin demokratikleşme yolundaki tek seçenek olarak görüldü. AB sürecinde ve daha sonraları Kürt açılımında kapalı kapılar ardında yapılan görüşmeler sineye çekildi. Toplumun dahil olmadığı, kurum ve kuruluşların etkili olmadığı sadece bireyler üzerinden ilerleyen görüşmeler belli kesimlerce eleştirilmedi. Özellikle, Muhafazakar, Kürt ve Liberal-sol aydınlar tüm bu süreçte AKP’nin attığı adımları meşrulaştırdı. Özpek’e göre “Türkiye’deki asıl mesele, demokratik rekabetin var olmasından ziyade, bütün aktörler arasında ‘demokratik, liberal ve evrensel değerlere bağlı olan tek bir parti var’ düşüncesi yaygınlaştı. Siyasi rekabeti yok etme pahasına bu partiyi iktidarda tutma gibi bir mücadele başladı. Bu da AK Parti’nin gücü konsolide ederken attığı adımların eleştirilmemesi ve haddinden fazla güçlenmesini getirdi.[2]AKP’nin 2013'e uzanan süreçte otoriter bir sistem oluşturma eğilimini daha kolay ve pervasızca uygulamasına olanak tanıyan eylemler gerçekleşti. Özellikle Erdoğan’ın 2002 seçimleri öncesinde ve iktidara geldikten sonra savunduğu ‘liberal demokrat’ söyleminin Gezi olayları sırasında değiştiği göze çarpıyor. AKP’nin diğer elitleri, Gezi protestolarına yönelik olarak ılımlı bir yaklaşım benimsemesini, hükümetin bu protestolara olumlu yaklaşımını batılı değerlere uygun ve liberal bir devlet anlayışına daha uygun bulmuşlardır. Buna karşın Başbakan Erdoğan, kendi bakış açısına göre, Gezi olaylarına karşı güçlü bir irade sergileyerek sürecin başından itibaren sert bir tutum takınmıştır. Kendisinin iktidarına yönelik toplumsal eleştirilere karşı ilk andan itibaren olumsuz bir tavır takınmıştır. Onun perspektifine göre, geri adım atmak veya taviz vermek karşı mahalleye avantaj sağlamak anlamına gelecektir.


Gezi Protestolarına değinirken Gezi’ye atfedilen etiketlere bahsetmeden geçemeyeceğim. Arap Baharı’na ithafen protestolar ‘Türk Baharı’ olarak adlandırıldı, eylemlere katılan kişilerin genç olmasından dolayı Y kuşağına derin analizler yapıldı. Tüm bu noktada yanlış yapılan analizler ışığında söyleyebiliriz ki, Gezi Parkı’na katılan eylemciler, Arap Baharı halklarından farklı olarak meydanlara geldiler. Arap diktatörlerinin meşruluğuna karşı meydanlarda buluşan Arap halklarından farklı olarak Gezi protestolarına katılanların farklı gündemleri vardı. O da iktidarın kaynağının sadece serbest seçimler olmadığını, iktidara sahip olanların bireylerin temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkması gerektiğini söyleyerek meydanları durdurmuşlardır[3]. Tahrir Meydanı’nda olan ideolojik sebepler Gezi’de gözlemlemek mümkün değildi. Tahrir’de görülen Müslüman Kardeşler’e benzer ideolojik gruplar Gezi’de sayıları çok azdı. Gezi’nin ilk günlerinde Bilgi Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, protestolara katılan kişilerin %63,6’si 19–30 arasındayken, protestocuların %53,7’si daha önce hiç eyleme katılmamıştır. Yine aynı araştırmaya göre protestocuların %70’i herhangi bir siyasi partiye kendini ait hissetmediğini ifade etmiştir.[4] KONDA’nın 6–7 Haziran 2013 tarihlerinde gerçekleştirdiği araştırmaya göre, protestoya katılan kişilerin %93,6'sı “sade vatandaş” olarak katıldıklarını belirtiyorlar. “Sade vatandaş” olarak katılanların %73'ü ise polis şiddeti sonrasında parka geldiğini ifade etmişler. Araştırmada bir diğer dikkat çeken unsur ise ‘Peki bugün seçim olsa?’ sorusuna katılımcıların %47’si ‘Oy kullanmam/Kararsız’ cevabını seçmesidir.[5]


Tüm bunlar düşünüldüğünde AKP iktidarına muhalif olan özellikle genç muhaliflerde kurumsal muhalefete karşı güvensizlik hakim olduğunu görebiliriz. Nitekim Erdoğan, Gezi’den sonra, otoriter tavrını arttırmış 2000’lerin başından beridir dile getirdiği Başkanlık sistemi isteğini her fırsatta dillendirmeye başlamıştır. Kurumsal muhalefet, Haziran 2013’ten beri iktidar aleyhine işleyen havayı 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine taşıyamamış, kim olduğu bilinmez bir adayı Erdoğan’ın karşısına çıkarmıştır. Bir bakıma, Erdoğan’la çatışmadan onu sembolik bir görev olan Cumhurbaşkanlığı’na göndermenin hedeflendiği söylenebilir. Kurumsal muhalefet, Erdoğan’ın partiyle arasına Abdullah Gül gibi mesafe koyacağına inanmış, Erdoğan’ın bırakacağı boşluğu doldurabileceklerini tasavvur etmişlerdir. 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan seçimlerde, 1977 genel seçimlerinden (%72,41) beri en düşük katılım oranı gerçekleşmiştir (%74,13). Bu düşük katılım oranının, seçimlerin yaz ayında yapılmasından kaynaklanmış olabileceği söylenebilir. Ancak asıl sebep, kurumsal muhalefetin dinamizmden yoksun olması ve yanlış politikalara sürüklenerek Gezi’deki enerjiyi dağıtmasıdır.


Türkiye’nin -belki de dünyadaki diğer tüm devletlerin- en büyük sorunlarından biri, kurumların tahrip edilmesidir. Gezi olayları sonrasında bu tahribat hızlanmış ve devam etmiştir. İktidar ile “Cemaat” (günümüzde FETÖ) kavgasının başladığı dönemde muhalif aktörler doğru pozisyon alamadığı gibi süreç ilerledikçe iktidarın özgürlükleri kısıtlayan otoriter uygulamalarına karşı koyamamışlardır.


Sonuç olarak, 2023 seçimleri göstermiştir ki kurumsal muhalefet tamamiyle yok olmuştur. Kurumsal muhalefet aktörleri, muhalefetin ve iktidardan rahatsız kararsız seçmenin düşüncelerini yansıtmadığı gibi iktidarın seçimleri kazanmasının sebeplerinden biri olmuştur. Meşhur kutuplaşma sayıları 52–48’in mucidi yine kurumsal muhalefettir. Yıllar boyu bu dengeyi değiştirmek için siyaset yapmadan, aktörlerle konuşmadan ve halkla doğrudan etkileşime girmeden sadece Erdoğan karşıtlığı üzerinden kendini hizalayan bir ‘muhalefet’ anlayışı var.


Erdoğan’ın hatasını kovalayan, muhaliflere sürekli sandığı işaret eden “Bekleyin kazanıyoruz. Sandığa gidin, bu sefer gidiyorlar” sözlerini defaatle söyleyen bir yapıdan bahsetmek mümkün. Cumhuriyet kurumlarının erime sürecine paralel olarak muhalif kurumların da erimesine tanıklık ediyoruz. AKP’de görülen anti-demokratik unsurlar, muhalif kurumlarda da rastlanıyor. Siyasi parti liderlerinin atama yoluyla il başkanı, belediye başkanı ve milletvekili seçtiğini biliyoruz. Nitekim partilerin medya ilişkileri de tıpkı iktidarda olduğu gibi şeffaf değil. Tüm bunlar gösteriyor ki, Erdoğan’ın siyasetsizleşme oyununa düşüldü. Muhaliflerin haklarını aramasına iktidara yarayacağı bahanesiyle izin verilmedi. Gerekirse “biz de protestoları yapabiliriz” denilerek Adalet Yürüyüşü düzenlendi ve çeşitli kurumların önünde basın açıklamaları yapıldı. Ancak bu tür eylemler toplumun gözünde, Erdoğan’a karşı cesur bir duruş olarak görünmek yerine, aslında onun işine yarayacak bir tür düzene hizmet ettiği unutuldu.


Muhaliflerin haklarını arayabilecekleri yerler çok az. Meclis 2002’den beri bunun yeri değil (2018’den beri ise hiç değil). Sokak ise kurumsal muhalefet tarafından sansüre uğruyor. Neticede, sosyal medya dışında başka bir seçenek kalmıyor. Ancak burada da iktidarın çeşitli düzenlemeleriyle birlikte, yükselen sesler bir şekilde susturuluyor. Sonucunda meşhur ‘48’, bir taraf için çantada keklik diğer taraf için ise umursanmaz bir topluluk olarak duruyor. Bu nedenle, sivil toplumu oluşturan bireyler olarak, muhalif aktörlerin varlığına rağmen muhalif siyaset yapmamız gerekiyor. Böylece ‘48’ yükselebilsin.


Medium: @cagtayilmazhttps://cagtayilmaz.medium.com/kurumsal-olan-mi-toplumsal-olan-mi-gi%CC%87rdabi-bi%CC%87ti%CC%87ri%CC%87r-263c744b980c


[1] Atasoy, A. (2022). İlk kez T24'te | Aslı Atasoy’dan “Gezi 9 Yaşında” belgeseli. YouTube. https://www.youtube.com/watch?v=e0yqpLPAhZQ&t=1344s

[2] Özkan, I. (2020). Burak Bilgehan Özpek: Türkiye’de kurumlar hiç bu kadar zaafa uğramamıştı. Gazete Duvar. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/02/15/burak-bilgehan-ozpek-turkiyede-kurumlar-hic-bu-kadar-zaafa-ugramamisti

[3] Özpek, B. B. (2013). Arap Baharı-Gezi Protestoları ve Hükümetlerin Meşruluğu. Ortadoğu Analiz, 4, 56.

[4] Yesiladali, B. (2013). Gezi Parkı Olayları: İnsan Hakları Hukuku ve Siyasi Söylem Işığında Bir İnceleme. İstanbul Bilgi Üniv. Yayınları.

[5] Konda. (2013). Gezi Parkı Araştırması: Kimler, neden oradalar ve ne istiyorlar?

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.