KING'İN DEVRİMİ - 1992 LOS ANGELES OLAYLARI ÜZERİNDEN ADALET KAVRAMI




Hiçbir kuvvet beni adaletin tecellisi için çalışmaktan menedemeyecektir. 

Nazım Hikmet


Adalet. Okumayı bilenler için bir kelime, okurken yaşayanlar ve hatırlayanlar için ise her şey. Dünyanın neresinde olursanız olun, hangi koşullarda bulunursanız bulunun, insan olduğunuz sürece savunmaktan vazgeçmemeniz gereken bir kavram. Tarihte adalete karşıt olan görüşlerin oluşturdukları, kamuya rahatsızlık veren ve kamu hasarı oluşturmuş bir sürü örnek bulunmakta ancak bu yazıda üzerinde duracağımız örnek ‘1992 Los Angeles Olayları’ veya bir diğer ismiyle ‘Rodney King Olayları’.


3 Mart 1991 yılında, Rodney King’in aracı yüksek süratli araç kullanımı ve birkaç trafik ihlali sebebiyle polis tarafından bir süre kovalandı; ardından biten kovalamaca sonrasında gelişen olaylar Amerikan toplumunu ve halihazırda eski zamanlardan beri süregelen kutuplaşmayı derinden etkileyecek bir olaya yol açtı. 5 polis memurunun birden yerde savunmasız ve silahsız yatan bir adama yaptıkları haksız zulüm ve şiddet halk karşısından sessizlikle karşılanmadı elbette. Öncelikle polis memurları için yapılması istenen duruşma için mücadele edildi. Ülkenin dört bir yanında dernekler ve aktivistler olayın unutulmaması ve örtbas edilmemesi için uğraş verdiler. Olaydan neredeyse 1 yıl sonra davanın sonucu olarak Rodney King’i darp eden dört polis memurundan hiçbiri suçlu bulunmadı. Amerikalıların canlı izlediği ve öğrendiği bu sonuç karşısında, yapılan direnişler ve uğraşların sonuçsuz kaldığını öğrenen eşitlikçi ve adalet yanlısı insanlar sokaklara inip doğru olan için direnmeye devam ederler. Günler geçerken gerginleşen insanların davranışlarının üstüne bir de Rodney King olayından birkaç hafta sonra gerçekleşen henüz on beş yaşında olan Latasha Harlins’in ölümü de akıllara gelince olaylar durdurulamaz bir hal aldı. Devletin yanlış ve sorunlu uygulamaları sonucunda karara bağlanan davadan sonra artık kontrol edilmesi güç bir ‘savaş’ ortaya çıkmıştı. Başlarda gerçek amacı için başlayan ve süregelen direnişler, artık bir öfke patlamasına ve sistem direnişine dönüşünce ortada ne adaletten bir parça kaldı ne de barıştan bir parça. 





Olayın akışını aktardığıma göre şimdi biraz neden diye sorgulayalım. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 ‘de toplanarak yayınladıkları 30 maddelik bildirgesindeki Madde 1 şöyle diyor;

tüm insanlar özgür, değer ve hak bakımından eşit olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. Birbirlerine karşı kardeşlik düşünceleriyle davranmalıdırlar.”


Aynı zamanda diğer 29 maddede de bahsedildiği gibi insanlar her bakımdan eşit ve özgürdürler. Sadece Amerika için değil bütün dünya için geçerli sayılması zorunlu olan bu madde göz önünde bulundurulduğunda yaşanan bunca olayın ve kaosun sebepsiz yere ve bir hiç uğruna olduğunu anlayabiliyoruz. Birbirlerine karşı kardeşlik düşünceleriyle davranmalıdırlar söylemi aslında bize her şeyin çözümünü söyler. Din, dil, ırk farklılıkları bizleri biz yapan şeylerdir. Dünya üzerindeki insanların belli coğrafyalara göre farklı özelliklere sahip olması hep var olmuştur ve olacaktır. Bunu değiştirebilme durumu ise o dine, dile ve ırka sahip olan kişi dışında bir başkasının komutasında değişemez. Düşünce yapısı dar bir alanda sıkışmış ve kıt görüşüyle diğer insanların da hayatlarını sınırlayan kişiler, bu gibi farklılıkların ‘olumsuz, zararlı, olasılıklı tehdit’ olduğunu düşünürler. İşte bu noktada da bu durumun farkında olan ve buna karşı çıkan insanların asla susmayıp direnmesine ihtiyacımız var. 


İster Amerika olsun ister Türkiye isterse de herhangi bir başka ülke, adaletin sağlanması ve adaletin getirisi olan huzurlu bir yaşama sahip olmak için çok da zor bir seçim yapmamız gerekmiyor. Ya farkında olup, karşı çıkanlara direneceğiz ya da direnirken fark yaratacağız.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.