İSRAİL KENDİ '2010 REFERANDUMU'NU MU YAŞIYOR?



İsrail’de yaşananlar bir zamanların Türkiye’sine, 2010’lara, götürüyor bizleri. 12 Eylül 2010 yılında yapılan referandumla birlikte Türkiye geri dönüşü olmayan bir yola girdi. O günden bugüne dek demokrasimiz geriledi, insan hakları ihlalleri çoğaldı. Modern devletlerde görülen birçok özellik, günümüz Türkiye’sinde görülemez hale geldi. Devletin yapısı bir kişiye göre şekillendi, toplumun zihniyeti ve yapısı da beraberinde zarar gördü. Toplumsal huzursuzluklar arttı, refahımız da buna paralel olarak azaldı. 2010’lu yıllara kadar, sorunlarımızı bir şekilde çözebilecek durumdaydık. Referandumla beraber modern anayasal devletin temeli olan denge ve denetim mekanizmasına karışarak sorunlarımız katlanarak arttı ve kökleşti. O günlerde Türkiye’de muhafazakar, dindar ve liberal koalisyon bu referandumun “demokrasi, modern anayasa ve Avrupa Birliği için” yapıldığını buna karşı çıkanların da “vesayetçi ve darbeci” olduğundan bahsediyorlardı. 


Yıllar içerisinde Netanyahu ve Erdoğan arasındaki sorunlar giderek arttı ve en sonunda koptu ancak Netanyahu, Erdoğan’ı örnek almaya devam etti. 1,5 yıllık başbakanlıktan uzak kalışında muhalefetteyken etkisini kaybetmedi. İsrail’de geniş 8’li koalisyonu dağıtmak için sürekli çalıştı. Koalisyonun güçlü olmadığından, birlik içerisinde olmadıklarından, İsrail için çalışmadıklarından bahsederek koalisyonun seçim sonrası oluşturduğu olumlu havayı bozdu. Koalisyon dağıldı ve ülke erken seçime gitti. Kasım 2022 yılında yapılan genel seçimlerde, ittifak olduğu aşırı sağ partilerle çoğunluğu almayı başardı ve başbakanlığa geri geldi. İlk işi yargının en üst kurumu olan Yüksek Mahkeme’nin yetkilerini Meclis’e (Knesset) devretmeyi öneren bir yasa tasarısı sunmak oldu. Yasa tasarısının ana hatları Euronews’ın haberine göre şu şekilde: “Yeni yargı planına göre, koalisyon hükümeti, yargı mensuplarını atama komitesinde şu an 9 olan üye sayısını 11'e çıkaracak ve bu üyelerin 7'sini kendisi seçecek. Bu üye çoğunluğu, hükümetin, yargıçların atanmasında tek söz sahibi olacağı anlamına geliyor. Ülkedeki en yüksek yargı merci olarak görev yapan İsrail Yüksek Mahkemesi, Anayasa taslağı olarak kabul edilen "temel yasalara" aykırı olması halinde Meclisin çıkardığı kanunları bozma yetkisine sahip. Netanyahu hükümeti, açıkladığı yargı düzenlemesinde, Yüksek Mahkemenin, Meclisin çıkardığı kanunları bozma yetkisinin elinden alınacağını belirtmişti.”1




AKP’nin kapatılma davasının sonuçlanmasının ardından Erdoğan ve AKP, yeni müttefikler edinerek denge ve denetleme mekanizmasına saldırarak önce askerlere yönelik bir dizi deli saçması davalar açarak onları bu mekanizmadan çıkarmaya çalıştı. 2010 Referandumu ve diğer kanun değişiklikleriyle de yargıyı kontrol altına aldı. Otoriterliğe ve başkanlık sistemine giden bu yolda yaptıkları, bu yolu gitmek isteyen liderlere yıllar içerisinde ilham kaynağı oluşturdu. Macaristan’da Orban, Polonya’da Duda ve şimdi de İsrail’de Netanyahu bu yolu deniyor. 

Pragmatist dindar-milliyetçi ve tek adama dayalı otoriter rejim dalgası, Erdoğan’ın 2010 yılından itibaren yaptıklarına dek uzanıyor. Batı ülkeleri 2010 yılına kadar, hatta günümüze kadar bile uzatabiliriz, Erdoğan’a bu sürede destek vermiştir. Erdoğan, bu dış destek sayesinde yapamacağı işleri bile kısa süre içerisinde tamamlayabilmiştir. Örneğin, 2010 referandumu zaferini Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama olumlu karşılamıştır. 


Tam bu noktada, New York Times yazarı Thomas L. Friedman, bu haftaki “Can Joe Biden Save Israel” yazısında “İsrail’in karakter değiştirdiğini, bu değişimin Amerika’nın çıkarlarını ihlal ettiğini ve Netanyahu’nun yargı darbesini ABD’nin görmezden gelemeyeceğini dolayısıyla sessiz kalmayacağını en açık şekilde ilan etmeli” diyor.“Bu darbe sonucunda yargıda, Türkiye ve Macaristan’daki kurallar aynen benimsenecek gibi görünüyor diyerek sözlerine devam ediyor.2 2000’li yıllarda Türkiye, merkezde yükselen bir güç haline gelirken tüm dünyada adından olumlu anlamda söz ettiriyordu. Şimdileri beğensekte beğenmesekte, dünyada “anti-demokratik” “otoriter” gibi kavramlar kullanıldığında, Türkiye parmakla gösteriliyor. Kısaca, Türkiye, merkezdeki yükselen güç yerine artık otoriterliğin merkezi gücü haline geldiğini söyleyebiliriz.


Son olarak, dünyanın bir tane daha Türkiye’deki veya Macaristan’daki liderler gibilerine ihtiyacı yok. Bu yüzden İsrail’de siyasi partilerin, yargıçların, akademisyenlerin, öğrencilerin, emekli askerlerin bir haftadır süren protestolarını destekliyorum. Umarım İsrail, Türkiye’nin yaşadığı 12 Eylül 2010 gününü yaşamaz ve otoriterliğe sürüklenmez.


Kaynakça

1 https://tr.euronews.com/2023/01/22/israilliler-netanyahunun-yargi-reformuna-karsi-sokaga-indi-diktatorluge-hayir

2  https://www.nytimes.com/2023/01/17/opinion/netanyahu-israel-protests.html

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.