ALTILI MASA VE SEÇİMLER



12 Şubat 2022 yılında yazdığım “Muhalefetin ilk akşam yemeği” isimli yazıda muhalefetin bir arada gösterdiği duruşu, birlikteliği ve kararlılığını desteklediğimi söylemiştim. Aynı zamanda bu buluşmanın olması gerekenden geç olduğunu ve daha da farklılaşması gerektiğini söylemiştim. O dönem muhalefetin arkasında güçlü rüzgâr varken her siyasi parti (başkanları ve üst düzey görevliler) kendi çıkarlarını gözeterek bu rüzgarı durdurmayı bir şekilde başardılar. Salgından çıkışta ekonominin kötü gidişi halkın öncelikli maddesi durumu olduğundan muhalefet partileri bu durumu sürekli gündemde tutarak; Erdoğan’ın popülaritesini düşürüp, Erdoğan kaybedebilir algısı yaratmayı başarmışlardır. Keza, Erdoğan ve AKP’nin oylarındaki erime anketlere yansımıştı. O dönem eleştiri muhalefete artı değer katıyordu ancak aylar geçtikçe bu sorunlara karşı nasıl çözüm üreteceklerini ya da çözümün nasıl olacağını konuşmamakta ısrarcı davrandılar. Bu da “altılı masa” adını koydukları siyasi birlikteliğin popülerliğini, güvenilirliğini ve heyecanının bitmesine sebep oldu.

Bu masanın “başlangıçta” seçim ittifakı olarak kurulmadığı çok açıktı. Ne olduğu bilinmeyen bu sistemden güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş yapılması için altı siyasi parti yetkilileri anayasa değişikliği teklifine karar vermek için toplanacaklardı. 28 Şubat’ta taslak metni onaylayan genel başkanlar kamuoyuna sundu. Geçtiğimiz günlerde ise (28 Kasım 2022) 84 maddelik anayasa değişikliği önerisinin maddeleri kamuoyuna sunuldu. Fakat yine halkta heyecan yok. Bugün (1 Aralık 2022) ise Saadet Partisi genel başkanı Temel Karamollaoğlu BBC Türkçe’ye verdiği röportajda1 “Cumhurbaşkanı Türkiye'yi genel başkanlardan oluşan Eşgüdüm Kurulu ile yönetecek” açıklamasında bulundu. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisine karşı değilim. Altılı masanın düzenli olarak toplanmasına ve birlikteliğine de karşı değilim fakat hiçimse teklif için gerekli olan 360 ya da 400 milletvekilinin nasıl kazanılacağını, nasıl projeler yürüteceklerini veya cumhurbaşkanı adayının kim olacağını açıklamak yerine seçimden sonra “seçilmiş” Cumhurbaşkanının kurulla ülkeyi yöneteceğini söylüyorlar. Elbette muhalif cenahta da doğal olarak şu bakış açısı gelişiyor: altı partinin ikisi henüz bir tane bile seçime girmemiş (DEVA-GP) hatta bu iki parti açıkça 2018 referandumuna karşı görüş koymamış. Diğer iki partinin (SP-DP) oy oranı ise yüzde ikiyi üçü geçemiyor gibi anlayış yerleşiyor. Siyaseten halktan yetki almayan veya alamayan bu siyasi partiler nasıl olabiliyor da seçimden sonra işlerin nasıl yürüyeceğine karar verebiliyor? 

Altılı masa birçok defa farklı konularda hata yaptı ancak sistemi bir anda oldu bittiye getirmek, “hadi biz bunu yaptık siz de kabul edin” dercesine duruş sergilemek gibi bir hatanın sonuçlarının epeyce tehlikeye yol açacağı kanısındayım. Sadece sistemi tartışarak seçime girmek riskli çünkü Erdoğan’ın bunu nasıl kullanacağını hepimiz aşağı yukarı biliyoruz. O yüzden tehlikeli olan bu yolu hemen hızlıca terk etmeli, sorunlara ve çözümlere odaklı yolu tercih etmeliyiz. Kısaca, bizler akil adamlarız, arkanıza yaslanın ve bize güvenin diye akıl vereceklere ihtiyacımızın olmadığını söylüyorum.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.