NEDEN LAİKLİĞİ BİTİRMELİYİZ?

Hemen başlığa bakıp iptale başvurmayın çünkü kendimi bildim bileli laikliği savundum. Bunun altını çizeyim ve düşüncelerime geçeyim. Laiklik konusu cumhuriyetimizin en eski tartışmalarından biridir. Bulunduğu zamana göre tartışmanın boyutları, tarafları ve konu başlıkları değişmiştir. Ekonomiden eğitime oradan kültüre bağlanan karmaşık yapı şüphesiz herkesin fikir sahibi olmasına sebep olmuştur. Öte yandan yaşadığımız her tecrübe bu konunun ne kadar hassas olduğunu bizlere hatırlatmıştır. Başörtülü öğrenciler meselesinde karşımıza çıkan konu bir bakıyorsunuz seneler sonra yasaklı alkol reklamlarına uzanıyor. İşte bu karmaşık mesele Türk halkının önünde çözülmeyi bekliyor.

https://unsplash.com/@oytunozen

Modern batılı demokrasileri düşündüğümüzde laiklikle özdeşleşen millet olan Fransızlarda dahi bu konu çeşitli dönemlerde gündeme geliyor. Fransız toplumu laikliği her ne kadar içselleştirmiş olsa bile laikliğin üzerinde siyaset yapan siyasi partiler mevcut. Kendi popülist politikasını laiklik tanımı üzerinden yürüterek kendine meşruluk sağlama çabası laikliğe ve seküler düşünceye zarar veriyor. Türkiye’de de durum aynı. Sistem içerisinde olduğunu iddia eden kitle partileri halkın durumunu ve dini inançlarını göz önünde bulundurarak laikliği kabul etmişler ancak sindirememişlerdir. Dini örgütlerle yakın ilişkilere girmişler, başörtüsü meselesi ve dini eğitim konularında izledikleri tutumlarla oya ulaşmak için laiklikten vazgeçmişlerdir. Sonucunda ülkemizde laiklik kavramı güçsüzleşmiştir ancak seküler düşünce halen daha kuvvetlidir. Yeni gelen jenerasyonlarla birlikte laikliğe bakış artık eskisi gibi statükoyu temsil etmemektedir. Doksanların tankla, başörtüyle, viskiyle akıllarda kalan laiklik, kimlik değişimine uğramıştır. Bugünlerde laiklik; özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi kavramlarla yan yana konumlanmaktadır. Bu meselede Erdoğan iktidarının katı laiklik karşıtı uygulamaları, demokrasiyi zedeleyen kararları ve kötüye giden hayat şartlarının etkisi olmuştur. Peki olası iktidar değişikliğinden sonra günümüzdeki muhalefet, iktidar hırsları için kullanılan laikliği yeniden kaba, sert ve dogmacı bir biçimde halka empoze etmeye mi çalışmalı? Elbette hayır. Üniversiteleri özerkleştirerek, YÖK’ün kaldırılmasıyla, her türlü fikre açık hale getirilmesiyle laiklik fikrini üniversitelerde yaygınlaşmasına yardım edilmelidir. İlkokul ve ortaokul dönemindeki zorunlu din dersi eğitimini kaldırılarak çocukların o yaşta ufuklarını kapatacak dini eğitimin ne modern eğitim sistemleriyle ne de anayasasında laiklik maddesi olan ülkelerde karşılığı vardır. Küçük yaştan itibaren dini eğitime tabi tutulan bir çocuğun hayal dünyasının gelişmesini kimse beklemeyecektir. Bir diğer yapılması gereken, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve Diyanet’e bağlı olarak çalışan vakıfların tamamı kapatılıp devletin din işlerinden önüne geçilmesi olacaktır. Unutulmamalıdır ki laiklik dinin devletten uzaklaşması olduğu kadar devletin de din işlerinden uzaklaşması olacaktır. 
 
Ülkemizde son 30-35 yılda anti-militarist akımlara karşı aydınlar çeşitli örgütlerle bir arada bulunarak tahayyül ettikleri sistemi değiştirme hevesiyle örgütlenmelere girişmişler, platformlar kurmuşlar, akademik faaliyetlerde bulunmuşlar ve basında bir şekilde ses getirmişlerdir. Çoğunlukla liberal, liberal-sol eğilimli bu aydınlar, Kürt siyasi hareketi ve İslamcılarla birlikte hareket ederek “anti-demokratik düzene” karşı durduklarını düşünmüşlerdir. Bu görüşteki insanlar yayınları ve medya aracılığıyla halk arasında popülerlik kazandıklarında, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisini de şu veya bu şekilde etkisi altında alabileceklerini düşünerek sistemi değiştirme iddiasıyla çıkılan bu süreçte AKP’nin demokratik ya da demokratik olmayan tüm eylemlerini koşulsuz şartsız desteklemişlerdir. Kimileri 2010 yılında uyanabilmiş, kimileri Gezi’den sonra hatta kimileri 2017 referandumuna kadar uyuyabilmiştir. Sonucunda sistemin değişmesinde değil, yıkılmasında payları olmuştur. Üstelik destekledikleri anti-militarist eğilimli, muhafazakâr-demokrat ismini kendine koyan İslami hareket sonunda otoriter, anti-laik ve aşırı milliyetçi çizgiye kaymıştır. 
 
Devletin 1950’li yıllardan beri hafifleyen laik programına, yani İslamcılara ılımlı yaklaşım sergilemesinden beridir, Türkiye’de İslamcılık yükselirken laik sistem zarar görmüştür. Özellikle 1980 darbesinden sonra devletin Türk-İslam sentezi programı, zorunlu din dersi ve tarikatlara bazı imtiyazların verilmesiyle İslamcılar özgüven kazanmışlarıdır. Bu dönemden itibaren seküler düşünceye sahip kişiler çeşitli engellemelere maruz bırakıldıkları yetmiyormuş gibi suikaste uğramışlar ve faili meçhullere kurban edilmişlerdir. Solun düşüşü, seküler düşüncenin gerilemesi meydanı tipik sağ kitle partilerine, İslamcılara ve Kürtlere bırakmıştır. 90’lı yıllardan itibaren İslami geleneğin en yakın müttefikleri Kürtler ve liberaller olmuştur. Kürtler, “açılıma” ılımlı oldukları için, liberaller ise toplumun sekülerleşmesi ve demokratikleşmesi için denenmemiş yol olan İslami geleneği kullanarak İslami kesimlere bu değerlerin ulaştırılabileceğini düşündüğü için yakın ilişkilere girmiştir. Ancak AKP, iktidarıyla birlikte muhalif kimlikten çıkıp hâkim güç olma mücadelesine giriştiği yıllarda İslamcıların gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Yargıda, emniyette, eğitimde İslamileşen ve cemaatleşen Türkiye’de geriye kalan tek kurum olan TSK’ya 2007 yılından itibaren yapılanlara en büyük desteği yine liberaller ve Kürtler vermiştir. Bu yıllarda İslamcıların gerçek yüzlerini görmek istememişlerdir. Çünkü her iki cenahın da hayallerine giden bu süreçte yaşananlar aslında iyiye gidişin işaretleridir. Sonuç olarak “masumca” fikirlere sahip birileri o dönem Türkiye’nin kabuk değiştirdiğine canı gönülden inanmıştır. Öyle ki bu süreçte halk desteğini arttıran AKP 2010 yılından itibaren liberallerle olan ittifakını bozarak arayı açmıştır. Kürtlerle dostane geçen, açılım süreci bile başlatılan 5 yıllık periyottan sonra onları da kullanıp arayı açmışlardır. 2013 yılından sonra Türkiye’de Cumhuriyet rejimi ve laiklik tarih boyunca bu kadar aşağılanmamıştır. Bu post-laik, otoriter sistemin oluşmasına göz yuman iktidar hevesli bazı çevreler, akademisyenler, öğrenciler, STK’lar, basın kuruluşları ve şirketlerin elbette suçu vardır. Her ne kadar biz laikliğe kötü davranmış, kullanmış ve çöpe atmış olsak bile ona ihtiyacımız var. Laiklik belki de Türkiye’de Türkiye’ye en uzak ama en önemli madde olarak anayasamızda bizleri bekliyor, orası kesin. 


https://unsplash.com/@gezerbatu

Peki yeni cumhuriyetimiz için yeni yüzyılda neler yapmalıyız? Yaklaşık 20 yıldır post-laik bir cumhuriyette yaşıyoruz. Ekonomimiz nominal anlamda büyüdü. Sınır dışı harekatlar daha sık yapılmaya başladı. Türkiye bölgede “sözde” daha fazla söz sahibi oldu. Şirketlerimizin değeri arttı. Üniversite ve üniversite öğrenci sayısı arttı. GSMYH katlanarak arttı. Yani 20 yıldır laiklik olmadan tüm bunları başardıysak bundan sonra da başarmamız mümkün değil midir? Laikliğe post-modern dünyada ihtiyaç var mıdır? Ya da laikliği artık bitirmeli miyiz? Kısa cevap olarak, laikliği bu topraklardan atamazsınız. İktidarın tüm imkanlarıyla 20 yıldır kesintisiz, karşılıksız savaşılan laiklik Türkiye’de halk arasında hala daha popüler. Özellikle İslami bir dönemi yaşamamıza rağmen. Peki, laikliği kaldıramıyorsak ya da kaldırmak istemiyorsak, değiştirmeli miyiz? Kesinlikle değiştirmeliyiz. Otoriter laikliği bitirmeliyiz, kayırmacı laikliği bitirmeliyiz, gardırop laikliğini de bitirmeliyiz. Ne tesadüftür ki bunların bitirildi ama bizim tarafımızdan bitirilmedi. Her biri post-laik, İslamcı iktidar tarafından bitirildi. İşte önümüzdeki şans bu. Yirminci yüzyıl pratiğiyle laiklik yapmak bu devrin Türkiye’sinde ve dünyasında imkansızdır. Bizler yirmi birinci yüzyılın laikliğini henüz yaşayamadık. Post-modern dünyada hakikatin yanında, post-laik Türkiye’de özgürlükçü fikirlerin yanında hiç duramadık. Sahte dünyalarda, iktidar hırslarıyla her şeyi yıkmak istedik. Sistemimizi alaşağı ettik, bireyselleşen dünyada iktidara ve tek bir lidere bağımlı hale geldik. Sesimizi duyacak makam, mevki ya da birey kalmadı. Her birimiz bizden uzak, bizi tanımayan bir kişinin eline bırakıldık. 

Günümüzde, liberaller muhalefete yeterince muhaliflik yapamadıklarını ve bu iktidarın 20 yıldır iktidarda olmasının suçunu muhalefete atıyorlar. Elbette muhalefetin bu konuda katkısı vardır ancak iktidarın ilk 10 yılı koşulsuz destekler verip bundan sonraki 20-30 yılımızı etkileyecek eylemlerin atılmasına göz yumarsanız ne muhalefet bu iktidara dur diyebilir ne de bir başkası. Trajik komik bir olay bu. Bir ülke düşününki otoriter-tek adam sistemiyle yönetilsin ve o ülkedeki bir liberal, mesela Atilla Yayla, otoriter AKP iktidarını desteklesin. Suçlamaları Kemalizm’e yapsın. Hangi batılı demokraside hangi liberal fikirde otoriter eylemlerde bulunan ve bireysel hakların düşmanı olan bir lider desteklensin. İşte bizim liberal düşünce sistemiz dünyadan böyle ayrılıyor. Elbette Türkiye’deki tüm liberalleri Atilla Yayla’ya benzetmiyorum ancak mutlak çoğunluğu yaptıkları hatanın hata olduğunu dahi kabullenmiyor. İşte, yeni cumhuriyette bunu başarmamız gerek. Erdoğan baskıcı, statükocu ve anti-liberal laikliği bitirdi. Sıra liberallerimizde, liberal düşüncelere sahip olduklarını ve laikliğe bağlı olduklarını göstermeleri için bir şans. Yeni laik sistemi kurmak istiyorsak gerçek liberal düşünceye sahip “Fikri hür, vicdanı hür” nesiller gerekiyor. Fikrini Adam Smith’te bulup, vicdanını Said Nursi’ye bağlamayanlar gerekiyor.


Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.