MİRASIN ARDINDAKİ İDEOLOJİLER



Her iktidar yarattığı sorunlarla yeni ideolojileri tetikler. Yarattığı ideolojileri bitirme gayesiyle karşıt düşünceye saldırılarda bulunur ancak türeyen ideolojileri bitiremez, büyütür. Genişletir, kitlelere yayar yani türetir. Türkiye’de yıllarca biz bunu gördük. Tarih sanki tekerrür ediyormuş gibi birileri gitti diğerleri ise geldi. Zincirin halkalarıymış gibi gözüküyor olsalar da sorun bizim ideolojileri anlayamamış olmamız. Yurtdışından ithal gelen ideolojileri, yurtiçindeki paradigmaya göre şekillendirince ideolojilerimizin yapaylığı, işlevsizliği gün yüzüne çıkıyor.

Demokrasimizin geçmişi yeni olsa da bolca malzeme ve çeşitlilik üretebilmiş durumdadır. Yıllar boyunca milliyetçiliğe karşı komünizmi, İslamcılığa karşı laikliği, liberalizme karşı devletçi yaklaşımı, düzen karşıtlarıyla sistemin savaşına tanıklık ettik. Bütün bu karşıtlıklar farklı tarafları zayıflattı yetmiyormuş gibi devlet sisteminin çürümesine yol açtı. Son yirmi yılda ise bu ideolojilerin son savaşına tanıklık ettik. Türkiye’de iktidarın sorgulanması meselesi epeyce karmaşık bir konudur. O an iktidarda olan partinin mensupları iktidarı eleştirince hemen korumacı bir alana geçip “devletimize mi saldırıyorsunuz?” gibi çıkışlarda bulunabiliyor. Birileri devleti savunurken diğerleri zihinlerindeki ideal devleti korumak için “iptal”e başvuruyor. Bu tür çıkışlar toplumun benliklerine kadar işlediği için toplumun kendisinden kazıyıp atmak çok zor. Türkiye’de ekonomi, kültür ve eğitim alanında yaşanan düşüşe karşı, daha açıkça yaşanan düşüş laiklik meselesi olmuştur. Bu meselede iktidarın demokratik açılımlarına aldananlar sadece aldanmalarıyla kaldı. Olan tüm toplumun seküler hayatına ve laik sistemimize oldu. İktidarın geniş yelpazeli ittifakı sonucu cumhuriyet tarihinde ilk kez cemaatler bu kadar göz önünde, bürokratik işlere burnunu sokar hale geldi. İlk kez bu kadar zenginleştiler, büyüdüler, farklı sektörlerde söz sahibi oldular. Yurt dışında cemaatlere maddi ve siyasal destek sağlandı. Bunun sonucunda Fettullahçılar sistemi eğdi, büktü ve en sonunda parçaladı. Sistem ve düzen karşıtı olduğu bilinen İslamcıların bunu yapacağı belliydi ancak yıkımın bu kadar büyük olacağını eminim hiç kimse tahmin edememiştir. İlk önce batı-doğu paradigmasına, ardından asker-sivil kutuplaşmasına en sonunda Kürt-Türk kavgasına getirerek toplumu bütün fay hatlarından ayırarak, kutuplaştırıp istediklerini almışlardır. İslamcıların oraya çıkışlarından beri yapamadığı her işi Fettullahçılara yaptırmışlardır. Cemaatçiler kritik görevleri işgal ederek, medyanın gücünü kullanarak, ulusu faylara ayırarak sistemi yavaş yavaş ele geçirip ardından da altına dinamiti koyarak patlatmıştır. Fettullahçıların akademi camiasını etkileyip kontrol alma süreci de sistemi değiştirme süreciyle paralel uzanmaktadır. Düşünce sistemlerini ele geçiremedikleri gazetecileri, siyasetçileri, akademisyenleri ya öldürüp ya da dışlayan Fettullahçılar, herkesi “demokrasi ve özgürlük” düşünceleriyle o kadar etkilemişti ki hiç kimse ne yaşandığının farkında değildi. Demokratikleşmiş muhafazakâr aydınlarla liberal aydınları bir fanusa koyup onların düşüncelerini harmanlayıp medya yoluyla laik-cumhuriyet değerlerine, ulusal kimliğe, Kemalizm’e -genellikle askerler üzerinden- topyekûn saldırmışlardır. Günümüzdeki otoriter kabile devletinin oluşmasında AKP’nin suçu olduğu kadar liberallerin, Avrupa’nın, ulusalcıların da suçu vardır. Belki de bütün halkımızın suçu vardır, bilinmez. Fettullahçıların sık sık medya kuruluşlarına akademisyenler üzerinden halkı etkileme faaliyetlerinden biri olduğunu daha önceden söylemiştim. Buna bir örnek vererek devam etmek istiyorum. Askeri, sistemden tasfiye etme (12 Eylül Referandumu) girişiminden yaklaşık bir buçuk sene önce 15 Şubat 2009 tarihinde yayınlanan Newsweek Türkiye dergisinde yayınlanan makalede alıntılanan Utah Üniversitesinden M. Hakan Yavuz’un sözlerine bir bakalım. “Türkiye’nin kimliği bir travesti kimliğidir; bedeni ve ruhu örtüşmeyen ve sürekli gerilim halinde bir yapıdır. Yavuz’a göre ‘Batılı’ olma çabasındaki, sürekli ‘ameliyatlara maruz kalan’ bedenle, “Doğulu ve İslami” ruh hep çatışma halinde.” 1 Bu alıntıyı vermemdeki asıl amaç Fettullahçıların ya da İslamcıların sistem eleştirisinde kullandıkları argümanlardan biri. Türkiye’nin ruhunda İslam ve Müslümanlık olduğunun vurgusu ancak hakikat bundan bir o kadar uzak. Cumhuriyet fikri aslında “hür vicdani hür nesiller” yetiştirme projesidir nitekim bunu da yeterince iyi yapmıştır. İslamcıların sistem karşıtlığı ve sisteme saldırmalarının asıl sebebi, sistemde söz sahibi olamamalarından kaynaklıdır. Kısaca, elbette ülkemizde Müslümanlar yaşıyor ve yaşamaya devam edecek. Kişiler üzerinden bir ülkenin yapısını anlamak tamamıyla yanlıştır. Tüm ülkeyi bir ideal altında birleştirme ülküsünü yaşatabilmiş olan cumhuriyet ideali, İslamcıların işine gelemeyecekti elbette. İslamcılar ister ki halka İslam’ı sunup, İslami öğretileri benimsetip, dini ögelere bağlı kalmalarını sağlayarak siyaset alanını uhrevileştirerek halkın iktidarı sorgulamasının önüne geçmek ister. Bu yüzdendir ki Türkiye’de İslamcılar post-modernizme ve popülizme bu kadar sıkı sıkıya bağlanmışlarıdır. Alıntıya geri dönecek olursam… Bazılarının dediği gibi ameliyat geçirmiş vücut, bu vücut değil. O vücut 1922 yılında ruhlar alemine, kendi ruhunu da alarak uzaklaşmıştır. Günümüzde gördüğümüz ameliyat geçirmemiş bir vücuttur ancak çeşitli hastalıklara da sahip olduğu kesindir. Hastalık sebebi de vücut sisteminin çalışmasını engelleyen çeşitli varyasyondaki virüslerdir. Bu vücudun içerisinde İslamcılığa dair en ufak bir şey yoktur. Bu tarz sığ düşüncelerden, virüslerden kurtulmak için cumhuriyet ilkelerine dönüş mutlak suretle şarttır. Bu yüzden Atatürk Türkiye’sinin idealinde fikir hürriyetinin olduğunu tekrardan altını çizmek gerek. Kişilerin maddi hayatta manevi düşüncelerini kamusal alanda sergileyebilmelerine bu yüzden karşıdır. 



Bu uzun girizgahtan sonra aslında şunu söyleyebiliriz. 80’li ve 90’lı yıllarındaki baskıcı kaba laik sistem gerçekten de cumhuriyet idealini ve Kemalizm’i yansıtmıyordu ve yaşatmıyordu. Bir süre sonra da beklendiği üzere sistem tıkandı ve Türkiye yıllarca çeşitli sorunlarla uğraştı. Bu hatalar İslamcılığın, radikalliğin ve kutuplaşmanın temelini oluşturdu. Bugün de aynı geçmişte yaşanan gibi bir olgu karşımızda duruyor. AKP iktidarı Türkiye’de gençlerin dinden uzaklaşmasına ve toplumun seküler değerlere yeniden bağlanmasına sebep oluyor. Halk eskiden olduğu gibi AKP’yi “bizden biri” olarak görmüyor. Sistem elitlerine ve bürokratlarına karşı halkın yanında ezilmişlerin yanında olarak iktidara yürüyen AKP artık kendi elitlerini yarattı ve halktan koptu. Türkiye’de günümüzde AKP’nin zenginlerin ve ayrıcalıklı kişilerin partisi olduğuna inanç yüzde 55. AKP’ye oy verenlerin %24,2’si de Türk halkıyla hem fikir olurken, %18,1 cevap vermek istememiş. Kaba bir hesapla ortalama 10 AKP’linin 3 tanesi AKP’yi elitist olarak görüyor. AKP dönüşürken aynı zamanda da değişime de uğruyor. Demokrasi-özgürlük, modern-muhafazakarlık, küresellik kimliklerine sarılarak yolculuklarına başlayan, cemaatle ve Sünni Kürtlerle birlikte yoluna devam eden AKP, kendine ümmetin partisi sıfatını yükleyerek yürüdü bu yollardan. İktidar hırslarından sebeptendir herkesle arası bozulan AKP bu sefer yoluna başka bir yoldaşla devam etme kararı aldı. Yolları yerli-milli politikayla kesişen MHP ve AKP Türkiye’nin bir dönemine damga vurdu. Diğer partileri ve ideolojileri anlamakla birlikte milliyetçilerin AKP saflarına geçişinin çok keskin ve ani olduğu kanısındayım. Aynı ankette kendini milliyetçi olarak nitelendirenlerin %38,9’u bu konuda AKP’nin zenginlerin ve ayrıcalıklı kişilerin partisi olduğuna inanmakta. Henüz 2010’lu yılların başında böyle bir anket yapsak en tepelerde çıkacak bir görüşün AKP ile aynı yola girmesinin ardında milliyetçiliğin artık kabuk değiştirdiğini bizlere gösteriyor. Genç milliyetçiler ve kentli milliyetçiler artık kendini sadece milliyetçi olarak göstermiyor, MHP’ye oy vermediğini ifade ediyor. Çoğunlukla kendilerini seküler/laik olarak tanımlayan bu kişiler İYİP, CHP hattına kaymış durumda. Aslında hangi seçmenin hangi faya kaydığını bilemiyoruz, tek bildiğimiz şey ortada büyük bir yıkımın olduğu. Bu yıkım toplumun gözü önünde büyükçe bir tortu oluşturmakta. Siyaset arenasında ise iktidar boşluğu bulunmakta. Erdoğan, seçimi ve Ankara’yı kaybetti ancak kazanan henüz ortalarda değil. Halk, sarayda, yeni birilerini görmek istiyor. 

 

Siyaset hattının kayganlaşması bazı grupların da birbirlerinin içine karışmasına sebebiyet veriyor. Örnek vermek gerekirse, Saadet Partisi’ne oy veren seçmenlerin 3,8’i muhafazakâr-dindar kesimdenken %2,3’ü ulusalcılardan oluşuyor. Ulusalcılar, 15 Temmuz’dan itibaren iktidarın dış politikasında ve güvenlik meselelerinde ittifakı olmuştur. Fikirleri iktidarda diye kendini iktidarda tutabileceğini sanan ulusalcılar Erdoğan-sonrası (post-Erdoğan) döneme güçsüz gireceklerinin farkında değiller. CHP içerisinde güç kaybetmelerinin ardından İslamcılarla yapılan ittifakın onlara güç verdiğini düşünüyorlar. Ulusalcıların, AKP-İYİP hattında kümelendiklerini görmek mümkün (%50,5) ancak %21,2’si kararsız durumda. Belki de sistemin içerisinde yıllarca vakit geçiren ulusalcılar, iktidarın küçük bir parçası olmayı sürdürmeyi düşünebilir ancak fikirleri sönümlenmekte. Bütün bu verileri aldığım Metropoll’ün Mayıs 2022 tarihli “Bu pazar bir milletvekilliği seçimi olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz? - Siyasi kimliğe göre yüzdesel dağılım” anketine göre yükselen İYİ Parti’nin yalnızca Atatürkçülerden ya da milliyetçilerden oy topladığını söylemek basite indirgemeci bir yaklaşım olur. İyi Parti bir süredir Türkiye’de eksik olsan kitle partisi kavramını yeniden bizlere hatırlatmıştır. Erdoğan ve Bahçeli’nin de karşısında bulunan en büyük tehlike İyi Parti’nin çoğulculuğu. Erdoğan 2013’ten beri toplumu kamplara ve mahallelere hapsetmek istiyor. Bu isteğini de yıllarca başardı ancak referandumdan sonra (2018) muhalefet kendi içerisinde iyi ya da kötü bir birliktelik oluşturdu ve mahallelerden çıkmaya başladı. Bu da muhalefete büyükşehirlerde galibiyeti getirdi. İyi Parti, Kürtler ve sosyalistler dışındaki bütün siyasi görüşlerden oy alıyor ve alabilecek durumda. 

 

Sonuç olarak cumhuriyetin yeni yüzyılında; İslamcılara ve ulusalcılara yerin olmadığını, milliyetçiliğin ise mutlaka kentleştiğinin farkına varıp buna göre kendini yenilemesi gerektiğini düşünüyorum. Kürt siyasi hareketinin de bütün radikal unsurlardan kurtulup, karşılıklı açılımlarla sorunun çözüleceğini düşünüyorum. Yeni dönemde cumhuriyet ilkelerine bağlanılacağını, sistemin yeniden tesis edileceğini ve toplumun yeniden sekülerleşmesini tamamlayacağını düşünüyorum. Erdoğan ve arkadaşları hatta daha geniş kümede İslamcılar, Atatürkçüleri ve sistem taraftarlarını bir şekilde yendi. Zaman içerisinde doğru hamlelerde bulunarak, geniş yelpazede ittifaklar oluşturarak üstünlüğü ele aldılar ancak Atatürk’e yenildiler. Atatürk’ün fikirlerinin, cumhuriyetin özelliklerinin önemi yıllar içerisinde ortaya çıkmış oldu. Erdoğan ve iktidarı, cumhuriyetin tek partiyle özdeşleştirilmesine, özgürlükleri kısıtlayan, tek tipçi, devletçi bir tiplemeden çıkartıp batılı-modern özgürlüklere ve haklara saygılı toplumu temsil eden bir konuma yükseltti. Ülkede herkes bunu fark ederken gençlerde tepki olarak Atatürkçülük ve Atatürk sevgisi yükselmeye başladı. Sistemin yeniden tesisinde, iktidara gelecek kişilerin Atatürk’ü veya Kemalizm’i “kullanmak”tan vazgeçip bu öğretilerden alınacak derslerle ilerlemesi gerekiyor. 20 yıldır durağanlaşan sosyal, kültürel ve ekonomik çeşitliliğimizi yeniden kazanmalıyız. Ülke içerisinde bunca yaşadığımız olaylar ülkede yaşayan bireyleri fazlaca bunaltmış durumda. Bu durumdan kurtulmamıza az kaldı. Cumhuriyet bizimle olduğu sürece umut hep var, yeter ki cumhuriyete inanalım. 


 Newsweek Türkiye sayı 16, syf. 30

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.