KAMU DİPLOMASİSİNE GİRİŞ

 

kaynak: https://unsplash.com/@agent_illustrateur

Giriş

 “Kamu diplomasisi, bir hükümetin, ulusunun fikir ve ideallerini, kurumlarını ve kültürlerini, ulusal hedeflerini ve mevcut politikalarını anlama çabası içinde yabancı kamuoyu ile iletişim kurma sürecidir” (Tuch 1990). Bu iletişim kanalları günümüzde dijital medya, basın kurumları, yardımlaşma kurumları olarak karşımıza çıkmaktadır.  Ülkeler, farklı kültürlere farklı halklara kendileri tanıtma amacını gütmektedirler. Kamu Diplomasisi, klasik diplomasının evrimleşmesiyle gerçekleşmiştir. Kamu diplomasisini iki döneme ayırırsak çok da yanlış sayılmaz. Birinci Dünya Savaşından Soğuk Savaşın bitimine kadarki dönem ve Soğuk Savaş sonrası dönem. İki dünya savaşı, farklı ülkelerin bağımsızılığını kazanması, iletişim kanallarının çeşitlenmesi dünya ülkelerini kamu diplomasisine yönelmesine itmiştir. İkinci doğuş ise 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezine yapılan terörist saldırıları olmuştur. Kıta Avrupasında ise başka bir tetikleyici durum söz konusudur. 1989 itibariyle, komünist bloğun parçası olan 8 ülkeden 29 yeni ülke ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerin hepsi kendilerini Avrupa’nın tarihsel ve kültürel olarak bir parçası olarak konumlandırmakta ve tüm dünyaya politik olarak istikrarlı, demokratik ve geleceği parlak piyasa ekonomileri olarak kendilerini sunmak istemektedirler.1 Politikacılar klasik diplomasinin sonuçsuz kalmasından sonra kolaycılığa kaçarak askeri ve siyasi hamlelere başvuruyor böylece ülkeleri kriz ortamına sokuyordu. Bundan farklı olarak yeni dönemde kamu diplomasisi sayesinde ülkeler, yüzbinlerce kilometre uzaklıktaki halkları savaş zoruyla değil kültürle istediklerini yaptırma imkânı bulmaktadır. Bu konuda en güzel özet Manheim’dan gelir. Manheim, kamu diplomasisini, “devletlerin uluslararası kamuoyunu veya seçkinlerinin düşüncelerini ülkenin çıkarları doğrultusunda etkileme çabaları” olarak açıklamıştır. (1990:4) Devletler, düşünceleri etkilemeye çalışırken çeşitli iletişim faaliyetlerini kullanır. Kamu diplomasisinin iletişimle olan yakın ilişkisi, dış politika bağlamında uluslararası iletişim kavramının kullanılmasında da görülmektedir. Öyle ki kavram kamu diplomasisi, kültürel diplomasi, kültürel ilişkiler, yumuşak güç, siyasal iletişim, algı yönetimi, propaganda, kültürlerarası diyalog, kültürel diyalog, medeniyetler diyaloğu, kriz yönetimi, medya yönetimi, medya ilişkileri, halkla ilişkiler, kamusal ilişkiler, stratejik iletişim, küresel iletişim, stratejik etki, psikolojik harekât, bilgi işlemleri, medya operasyonları gibi kavramlarla birlikte kullanılmaktadır (Gouveia ve Plumridg, 2005: 8). Kamu Diplomasisi hakkında kısa bir özet geçtikten sonra bir diğer kavram olan yumuşak güç konusuna kısaca değinmek istiyorum. 


Yumuşak güç, bir ülkenin kültürünün siyasi değerlerinin ve dış politikalarının cazibesinden kaynaklanmaktadır. Bir ülkenin kültürü, evrensel değerler ve çıkarlara hizmet ettiğinde yarattığı sorumluluk ve çekicilik ilişkileri sebebiyle istediği sonuçları elde etme olasılığını artırır.2 Yumuşak güç aslında sıklıkla ulusların markalaşması ve gittikçe globalleşen dünyada farklı bir alanda söz sahibi olma durumunu ifade etmektedir. Bu güce başvuran ülkeler önceleri batılı ülkeler olsa da bazı Asya ülkeleri Çin, Hindistan, Japonya, İran ve körfez ülkeleri gibi bu konuda ciddi yatırımlar yapmaktadır. Ancak bahsettiğim kavramlar yalnızca başka ulusları etkileme, yatırım olanaklarını arttırıcı politikalardan ibaret olmadığının alını çizmemiz gerek. Kamu diplomasisinin günümüzde sıklıkla kullanıldığı bir diğer alan imaj çalışmalarıdır. Buna en güzel örnekler Rusya, Çin ve körfez ülkelerinden gelmektedir. İnsan ihlallerini, hak ve hukuksal mücadeleleri görmezden gelen, otoriter ülkelerin maddi imkanlarını kullanarak dünyada etki yaratma çabası olarak tanımlanabilir. Bu çalışmalarda bir diğer öne çıkan hedefse, ekonomik çıkarlarını korumak, ülkelerine yabancı yatırımcı ve turist çekmek, kendi yatırımcılarının da yurtdışında yatırım yapmalarını desteklemektir (Bkz Anholt 2004). Böylelikle hem kendi imajını düzeltip hem de ekonomik gelir kapısını sonuna kadar açan devletler (uluslar) yeni dünyada markalaşma yoluna gitmişlerdir. 2012 yılında Monocle dergisinin yapmış olduğu araştırmada Dünya Yumuşak Güç sıralamasında ilk üçte Birleşik Krallık, Birleşik Devletler ve Almanya yer almaktadır. Türkiye ise bu listede yirminci sırada kendine yer bulmuştur. Bu konuda bir diğer çalışma USC Center on Public Diplomacy ve Portland’ın 2019 yılında paylaştığı “Soft Power 30” adlı çalışmadır. Bu çalışmada Fransa birinciliği alırken, ikinciliği Birleşik Krallık, üçüncülüğü ise Almanya almıştır. ABD ise beşinci sıraya gerilemiş duruyor. Bunun en büyük sebebi Trump’ın “Önce Amerika” mottosu ve aşırı sağcı politikaları. USC Center on Public Diplomacy ve Portland bu politikaları şöyle özetliyor: “ABD hakkında hala hayran olunacak çok şey var, ancak “Önce Amerika’nın yurtdışında pek çok kalp ve zihin kazanması pek olası değil.” Bu listede Türkiye ise kendine yirmi dokuzuncu sırada yer bulabilmiş. Türkiye’nin bu sırada yer almasını USC Center on Public Diplomacy ve Portland şu şekilde açıklıyor. 2018 yılındaki yaşanan ekonomik krizi ardından 2019 yılında gerçekleşen belediye seçimlerinde 3 büyük şehri (İstanbul, Ankara ve İzmir) kaybeden AKP’nin vatandaşlarıyla arasının gerilmesini ve Suriye politikasını gösteriyor. Türkiye’nin bu listeye yeniden girişini birkaç sebeple açıklıyorlar. Erdoğan, bakanları ve dünyanın her tarafındaki büyükelçilerinin aktif sosyal medya kullanımı. Aynı zamanda, Avrupa’dan ve Asya’dan gelen turistler. Portland’ın Türkiye için yumuşak güç önerisi ise kayda değer. “Hükümetin kendi yönetim modeli üzerinde alması gereken kararlar var. Ancak, Türkiye’nin zengin mirası, kültürü ve doğal güzelliği daha fazla kullanılması gereken bir kaynaktır. Dünya çapında büyük göçmen nüfusu ile Avrupa ve Orta Doğu'yu birbirine bağlayan Türkiye, ihracat yapmak ve ziyaretçileri ağırlamak için ideal bir konuma sahiptir. Ancak iğneyi gerçekten hareket ettirmek için hükümetin, Türkiye'nin sorumlu bir uluslararası aktör olarak çok taraflılığa ve anlatıya olan bağlılığını yeniden teyit etmesi gerekiyor.”3

 

Amerika

 

Kültürel ilişkilerde amaç, tek taraflı bir avantaj sağlamak değildir. Karşılıklı yarar temeline dayanan, ulusal toplumlar arası anlayış ve ortaklık sağlamaya yönelik çalışmaları kapsamaktadır. Samimi ilişkilere dayanmakta ve çok daha gerçekçi bir nitelik taşımaktadır.4 (Mitchell, 1986, Signitzer ve Coombs 1992: 142 içinde) Bu tanıma dünya ülkeleri arasında en çok Amerika Birleşik Devletleri uymaktadır. Amerika dünyadaki bütün siyasi ve askeri sorunların ortasında kendini bulurken, Orta Doğu, Asya ve Güneydoğu Asya’da bütün sorunların da sebebi olarak görülmekte. Irak, Suriye, Afganistan savaşlarıyla Müslüman coğrafyayla, Vietnam Savaşıyla da Asya halklarıyla arasına set çeken Amerika, savaşlardan sonra çıkan bu güvensizlik ortamını askeri güçlerle ya da bürokratik süreçlerle çözmek yerine yumuşak gücü kullanarak karşılıklı çıkar üretme çabasına girmiştir. Müslüman coğrafyalarda devletin yeniden tesisi konusunda, askeri çalışmalarda, eğitim alanında ve medya alanında destek olmuştur. Bunu elbette kendi çıkarları doğrultusunda yaparak bulunduğu bölgede güç kazanma peşindedir. Kamu Diplomasisi Danışma Komisyon’unun (Advisory Commission on Public Diplomacy) yayınladığı 2021 yılı Kamu Diplomasisi ve Uluslararası Yayın Kapsamlı Faaliyet Raporuna göre (Comprehensive Annual Report on Public Diplomacy & International Broadcasting)5 Birleşik Devletler ilk 10 harcamasını 2020 yılında sırasıyla Pakistan, Afganistan, Irak, Ukrayna, Rusya, Japonya, Hindistan, Çin, Endonezya ve Özbekistan’a yapmıştır. Bu on ülkeye 2020 yılında toplamda 121.581.141$ harcamıştır. 





Biraz önce bahsettiğim gibi Amerika, markasının sevilmediği yerlere kendi kültürünü yaymak için artık askeri müdahalelere ya da siyasi baskılara gerek duymuyor. Bu listedeki ülkelerin tamamına yakını Amerika’yla bir dönem sorunu olmuş uluslar. Amerika, bu ülkelere yüksek bütçeli yatırım yaparak Amerika algısı değiştirip yeni bir hikâyeye bu ülkeleri inandırmaya çalışıyor. Bu Ukrayna’da ve Rusya’da etkisini gösterdi. Ukrayna zamanla batılı medeniyet isteyen, batılı demokrasileri savunan bir halka ve iktidara kavuştu. Rusya’da ise genç kuşak sosyal medya etkisiyle Putin’e karşı liberal ve batılı politikaları savunmaya başladı. Bu harcanan miktarların boşa gitmediğinin kanıtı. Peki ya Türkiye bu harcamalarda kaçıncı? Amerika, Türkiye’de 2020 yılında 3,690,000$ harcamıştır. Listede 28. sırada yer alan Türkiye’ye geçtiğimiz yıllara göre artış gözlenmekte. Listede Türkiye ile göze çarpan bir başka nokta ise Türkler için Amerika’nın “şeytanlığını” göstermek yerine “rüya” olduğunu kanıtlar nitelikte. 2019 yılında (2020 ve 2021 yılının verileri COVİD yüzünden etkilenmiştir) Değişim Ziyaretçi Programı için en fazla kişi gönderen 10 ülkeden biri de Türkiye’dir. 10,028 kişi gönderen Türkiye bu listede 8. sıradadır. Amerika’nın insanların zihninde kişisel olarak zamanla nasıl değişim yaşandığının, insanlar için rüya hayatın ilk adımı olarak görmesinin kanıtı bu listedir. Amerika’ya Değişim Ziyaretçi Programı kapsamında 2019 yılında toplam 325,258 kişi gelmiştir. Gelenleri meslek gruplarında incelediğimizde üniversite öğrencisi, fizikçi, akademisyen, stajyer, doktor ve öğretmenler bulunmaktadır. Halk arasında ne kadar kötü imajı olsa da kalifiyeli insanları bir şekilde kendi rüyasına çekmeyi başaran Amerika, kamu diplomasisinin gücünü en etkin kullanan ülkelerden biri olduğunu gösteriyor.

 

Türkiye

 

Türkiye bölgesinde sözü geçen, bulunduğu bölgedeki halklarla yakın ilişkilerde bulunmuş hem ırksal hem de dinsel yönden çeşitli coğrafyalara elini uzatmaktadır. Türkiye, küreselleşen dünyada sadece dini ve ırksal alanlara sıkışmayıp dünyada en büyük turist noktalarından biri haline gelmiştir. Bu küreselleşme Türkiye için hem ekonomik fayda sağlarken hem de yurtdışında ülkenin tanıtımı sağlanmaktadır. 80’li yıllardan itibaren Kültür ve Turizm Bakanlığının bütçesi sürekli bir artış içine girmiştir. 90’lı yıllar ve 2000’li yıllarda Avrupa Birliği girişimleriyle batıya sürekli yelken açan Türkiye batılı halklarla da dostane ilişkiler geliştirmiştir. Avrupa Birliği Bakanlığı (sonraları Başkanlığı) siyasi diplomasi için kurulmuş ve kullanılmış olsa da kültürel alanda batılı halklara el uzatmanın bir adımı olmuştur. Kamu diplomasisi alanında Türkiye’de en etkili kurumlardan biri olan Avrupa Birliği Bakanlığı etkisini 2013 yılında etkisini yitirmiştir. Bu kurumun gelişimine ve gerileme sürecine bakıldığı zaman Türkiye’nin kamu diplomasisi tarihini de anlamış oluyoruz. Kısaca özetleyecek olursam kendi açımdan. Türkiye’de kamu diplomasisi iki dönemde incelenir. AKP’nin ilk döneminden önceki periyot ve sonraki periyot. Yani, 2013 yılına kadarki olan süreç. Bir de 2013 yılından sonraki süreç. 2013 yılında kadarki olan süreçte Türkiye, öncelikle eskileri Sovyet himayesinde olan ancak sonraları bağımsızlığını kazanan yeni Türk devletleriyle ilişkiler kurmuş. 90’lı yıllardan itibaren de batılı ülkelerde kültürel faaliyetlere girişmiştir. Amerika ile ilişkiler ise Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu ile yürütülmüştür. Batılılaşma ve küreselleşme sürecinde Türkiye’nin bir diğer önemli kurumlarından olan Türk Hava Yolları bu süreçte etkili faaliyetler yürütmüştür. Çeşitli spor organizasyonlarına, turistik etkinliklere, PR çalışmalarında bulunarak Türk markası etkili bir şekilde dünyaya pazarlanmıştır. Bu dönemde görüldüğü üzere dış politikada sorunlar olsa da batıyla yakın ilişkiler devam etmiştir. Yurtdışındaki Türklerin haklarından, kültürel diplomasinin önemli örneklerini verdiğimiz bu dönemde Türkiye’de sayısızca konserler, spor müsabakaları, EXPO fuarı ve çeşitli kültürel etkinlikler ülkemizde yaşanmıştır. Diğer taraftan 2013 sonrasından bu kurum ve kuruluşlarının etkisinin yavaşça azaldığının bunlar yerine TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Türkiye Bursları, TRT yurtdışı servisleri ve İletişim Başkanlığının önem kazandığını görmekteyiz. Bu dönemde Amerika ve batıyla ilişkiler gerilemiş, daha çok Asya ve Afrika halklarıyla yakın ilişki içine girilmiştir. AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın Yeni Osmanlıcı dış politika yürütmesinden sonra kamu diplomasisi de bundan nasibini almıştır. Yatırımların batılı ülkelerden Afrika ülkelerine, körfeze ve Asya kıtasına kaymasıyla Türkiye’nin 3. dünya ülkeleri üzerindeki etkisinin artmasına sebep olmuştur. Afrika’daki savaşlarda etkin rol oynarken oradaki halklara yardım etmesiyle o coğrafyada Türkiye’nin tanınırlığı artmıştır. Bu ülkelerden birkaçı Libya, Somali, Yemen. Asya’da ise Bangladeş, Afganistan, Pakistan’a yapılan insani yardımlar; Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan’a yapılan kültürel yardımlar olarak iki kola ayrılıyor. AKP iktidarı özellikle kamu diplomasisi alanında ipleri Fettullahçılara verdikten sonra Türk kamu diplomasisine İslamcı, Yeni-Osmanlıcı, globallik karşıtı fikirler girmeye başladı. Müslüman coğrafyalardan gelen katılımcılarla İstanbul’da Türkçe Olimpiyatları düzenlendi. Türk diplomasisi kaynakları Fettullahçılara akıtıldı. Onlar da bu paraları kendi çıkarları için kullandı. Kendilerine bağlı okullar, vakıflar ve camiler açtı. Türk kamu diplomasisi bu zaman aralığında hem maddi hem de manevi açıdan etkileri sonradan görülecek şekilde etkilendi. Ancak Fettullahçılar sonrası dönemde en önemli atılımları Orta Asya’daki Türk devletlerinde gösteren Türkiye buralarda vakıflar kurarak Türkiye’de okuma bursları dağıttı, kültür vakıflarıyla Orta Asya’da bulunan tarihi eserleri restore etti ve özel statülü üniversiteler açtı. Hoca Ahmet Yesevi Kazak Türk Üniversitesi Dışişleri Bakanlığının katkılarıyla açılırken Manas Kırgız Türk Üniversitesi Millî Eğitim Bakanlığı tarafından açıldı. Libya, Somali, Yemen, Bangladeş, Afganistan ve Pakistan’a ise insani yardımlarıyla bu bölgelere yardım götürüyor hem de Türk markasını götürmüş oluyor. Bu ülkelere yardımı Türk Kızılayı ve TİKA yapmaya çalışıyor. Küresel İnsani Yardım 2018 Raporu'na göre, Türkiye en çok insani yardım yapan ülke olmuştur. Türkiye, 2013, 2014, 2015 Küresel İnsani Yardım Raporlarına göre üç yıl üst üste, en çok insani yardım yapan üçüncü, son iki yılda ise ikinci ülke olmuştur. Afrika ülkelerine karşılıksız yardımda bulunan Türkiye, bu bölgede en fazla yatırımı olan ülkelerden biri. Bu coğrafyalarda veya daha da geniş bir perspektiften bakmak gerekirse Türk kamu diplomasisinin kültürel kolunu son yıllarda Yunus Emre Enstitüsü üsteleniyor. Yunus Emre Enstitüsü, ofislerinin %75’i Orta Doğu, Afrika, Asya ve Balkanlarda bulunuyor. Yukarıdaki paragrafta söylediğim gibi Türkiye’nin bakış açısı bu coğrafyalara kaymış durumda. 




Yunus Emre Enstitüsü 2020 Faaliyet Raporuna göre enstitüsünün yıllık gideri 158.700.956,34 lirayı bulmuş olup. Bu da yaklaşık bugünkü kura göre (02.05.22) 10.680.671,17 ABD dolar etmektedir. Bir başka kurum olan TİKA’nın 2020 yılı bütçesi ise 489.147.000 lira yine bugünkü kura göre (02.05.22) 32.893.384,60 ABD doları etmektedir. Bu bütçeler elbette sınırlı ancak Türkiye ekonomisini göz önüne aldığımızda önemli paralar etmektedir. Ancak bir ülkenin kamu diplomasisinin niteliğini arttırmak istiyorsanız bütçe artırımlarıyla başarıya ulaşmanız imkansızdır. Zihniyetiniz geri kalmışsa, kendi iktidar hırslarınız için diplomasi yürütüyorsanız hatta şeffaflıktan uzak kurumları birilerine çıkar sağlamak için kullanıyorsanız hiç doğru yolda değilsinizdir demektir. Bir örnek vereyim. Türkiye son yıllarda dünyadaki her ülkenin yaptığı gibi reklam kampanyaları çekiyor. İnternet siteleri bulunuyor. Aslında önceki paragraflarda değinildiği üzere her ülke artık birer marka. Markalaşma sürecinde logolara, sloganlara ve isimlere büyük önem verilmekte. AKP döneminde Turkey yazılı üzerinde lale figürlü logo yıllarca kullanılmıştır. Ardından halı figürlü Turkey yazılı logo kullanılmıştır. Sonra ne olduysa Türkiye, “Turkey” isminden çıkıp “Türkiye” ismine yönelmiştir. Reklam kampanyalarında, sitelerde, videolarda artık Turkey değil Türkiye yazılı logolar görülmüştür. Bu değişiklik, Turkey kelimesinin İngilizcede aynı zamanda hindi anlamına gelmesinden sebep anlam karışıklığını önleme olarak yorumlandı. Kimileri de milliyetçi çizgiden bakarak Turkey neymiş? Türkiye bu ülkenin adı diyerek işin içinden çıktı. Türkiye bu kadar milliyetçi bir ülkeyse neden o halde Kamu binalarından T.C ibaresini kaldırdı? Ya da kamu diplomasisi kurumları kısmında bahsettiğimiz kurumlardan olan Türk Kızılayı’nın isminden Türk kısmını kaldırdı? Bu tarz ucuz siyasi polemiklerle Türk kamu diplomasisi değişmez de ilerlemez de. Reklam filmlerinde Galata Kulesi, Kız Kulesi, Boğaziçi Köprüsü ya da Antalya sahilleri dışında tüm Türkiye’nin güzelliklerini reklamlara katmanın düşüncesini tartışmak yerine Türkiye mi Turkey mi tartışması bizleri uluslararası camiaya doğru tanıtmaz.





Sonuç

 

Kamu diplomasisi, dijital çağda ya da iletişim çağında -adlandırmak size kalmış- ülkelerin direkt halklarla iletişim kurabildiği eşsiz bir yoldur. Devletler arası ilişkilerde özellikle 21. yüzyıldan sonra sıkça gördüğümüz bir olgudur. COVİD pandemisinden itibaren inanılmaz şekilde gelişen teknolojiyi kendi çıkarlarına göre kullanarak çeşitli iletişim ve kültürel faaliyet gösterdikleri alandır. En geniş tabirle açıklayabileceğimiz bu siyasi terimi dünyadaki hemen hemen her ülke kullanmaktadır. En liberali de en sosyalisti de bu terimle ülkelerinin çıkarlarını yönetmektedir. Örneğin, Danimarka ile Vietnam ya da Amerika Birleşik Devletleri ile Çin ideolojik olarak uzak ülkeler olarak gözükse de hepsinin ortak özelliği kamu diplomasisine milyonlarca dolar ayırmaları. Örneğin, her birinin gezi sayfası bulunmakta, yurt dışında ofisleri bulunmakta, medya kuruluşları dünyanın her yerinde yayınlar yapmakta. Globallik karşıtı hükümetlerin dahi kendi çıkarları için kullandığı kamu diplomasisi kimi zaman iyi şeylerle önümüze gelirken bazı zamanlarda da kötü örneklerle karşımıza çıkabiliyor. Afrika’da milyonlarca kişiye yiyecek, içecek veya eğitim götüren bir ülke bunun karşılığında neler aldığını kimse bilemiyor? Bunun arkasında devlet kimlerle çalışıyor, hangi vakıflar aracılığıyla bu işler yürütülüyor kimse bilmiyor. Kamu diplomasisinin dünya üzerindeki en büyük çıkmazı da bu. Şeffaflık tam anlamıyla sağlanmadığından insanların “fon” veya “vakıf” kelimelerini duyduğunda zihninde canlanan şeyler genellikle olumlu olmuyor. Aynı zamanda kamu diplomasisi şuna da cevap veriyor. Küreselleşme karşıtları ve aşırı milliyetçiler propaganda faaliyetlerini yürütürlerken milliyetçi söylemler üreterek küreselleşen dünyanın kötü özelliklerinden, ulus devletin öneminden bahsediyorlar. Ancak, farz edelim, iktidara geldikleri vakit ise en çok bütçeyi kamu diplomasisi alanında kullanıyorlar. Sebebi ise ülkelerinin demokrasi ve insan hakları konusunda yanlış gösterdikleri için ekonomik sıkıntılarla uğraşmamak ve iktidarda kalmak sebebiyle imaj yenileme çalışmalarına koyuluyorlar. Özetlemek gerekirse; liberal, sosyalist, milliyetçi fark etmeksizin kullanılan kamu diplomasisi dünyamız için çok önemli bir yer tutuyor. Dünya geri dönülemez bir şekilde birbirine tutunmuşken, bizleri birbirimize bağlayan dürtülerimizi tekrardan canlandıran diplomasi faaliyetleri dünya siyasetinde kilit rol oynamakta. Dünya siyaseti pandemi sonrası yeniden şekillenirken Türkiye’nin öncelikli yapması gereken şey milliyetçi ya da İslamcı paradigmalardan kurtulup gerçekçi düşüncelere kaymalı. Gidilmeyen coğrafyalarda etkilerimizi arttırırken dünyanın geri kalanını unutmamalıyız.

 

 1 Yağmurlu, Aslı. "Halkla ilişkiler yöntemi olarak kamu diplomasisi." (2007).

 2 Joseph NYE, op. cit., s. 20

 3 https://softpower30.com/country/turkey/

 4 Yağmurlu, Aslı. "Halkla ilişkiler yöntemi olarak kamu diplomasisi." (2007).

  5 https://www.state.gov/wp-content/uploads/2022/03/2021-ACPD-Annual-Report-508-WEB.pdf



Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.